Nur KOÇAK Vitrinler 3

Nur KOÇAK Vitrinler 3

8 Mart – 30 Nisan 2000, Bahariye

Vitrinler ve Ben

Oldum olası vitrinlere bakmayı sevmişimdir. Camına yapıştığım ilk vitrin oyuncakçı Ülgen’inkiydi. Çocukluğumun Ankara’sında, Atatürk Bulvarı üzerindeki dükkan, Milli Piyango İdaresi satış gişesine bitişikti. Annemle babam bilet alırken ben hemen yan tarafa koşar, vitrinin iki köşesinde duran boyları neredeyse kendi boyuma eşit iki bebeği seyre dalardım. Biri sarı öteki siyah bukleli saçları, camdan yapılmış açılıp kapanan gözleriyle iki taş bebekti, bunlar. Tercihim Elizabeth Taylor’ın çocukluğunu andıran esmer güzelinden yanaydı. Mavi zemin üzerine ince beyaz çizgili kumaştan yapılmış bebe yakalı, karpuz kollu elbisesi, atkılı siyah rugan ayakkabıları, beyaz soket çoraplarıyla aylar boyu hayallerimi süsledi, o bebek. Evde birkaç kez onu çok istediğimi dile getirecek oldum; fiyatının babamın bir aylık maaşı kadar, yani tam ikiyüz lira olduğu söylendi. Sustum. Annemle babamın onu bana alabilmek için mi Milli Piyango çekilişlerini hiç kaçırmadıklarını düşünmedim, doğrusu.

Berk Çorap ve Bijuteri, Moda Caddesi üzerinde seksenlerin sonuna doğru açıldı. Vitrin sergilediği eşya kadar (Benim Nesne Kadınlar dizimde, örneğin Kırmızı ve Siyah’ta, canlı kadın bedenlerine giydirdiğim iç çamaşırları, bu kez plastikten dökülmüş mankenlere giydirilmişti) o eşyayı sergileyiş biçimiyle de ilgimi çekti. Havaya dikilmiş bacaklar öbek öbek vitrine serpiştirilmişti. İşlemelerle ya da parlak taşlarla süslü, dantel örgü ya da file çoraplara kimi zaman kağıttan devasa bir yelpaze, kimi zaman plastikten kocaman bir kalp eşlik ediyordu. Cama yansıyan dış dünyanın imgeleri gerisindeki eşyanın kışkırtıcılığıyla bütünleşmiş; satenin parlaklığı, naylonun saydamlığı, plastiğin ışıltısına karışmıştı, sanki. Dayanamayıp bir dizi fotoğraf çektim. 1989 tarihli Berk Çorap o fotoğraflardan yararlanarak yaptığım ilk resim. Dükkan birkaç yıl sonra kapandı. Yerine önce bir kasetçi, daha sonra da manav açıldı. Şu anda eski eşya alıp satan birisi işletiyor, orasını.

Ebrusan vitrinini görüp çarpılmam da seksenlerin sonuna rastlar. Beyoğlu’nun göbeğinde böyle bir vitrin ne arıyordu? Yoksa Orta Doğulu, Müslüman bir ülkede yaşamıyor muyduk? Aklıma takılan ilk sorulardı, bunlar. Batı’da ancak sex-shop’larda, yani kapalı kapılar ardında görülen türde eşyalar sergiliyordu çünkü vitrin. Yapay deriden yapılmış sado-mazo çağrışımlı takımlar kırbaçlarla birlikte sunuluyor; renk renk, çeşit çeşit külotlar kırmızı ya da beyaz saten kaplı çemberlere gerilip diziler halinde tavandan indiriliyordu. 1993-96 arasında gerçekleştirdiğim şerit tuvaller o şaşkınlığın ürünüdür. Aradan geçen zaman içinde çok şey değişti, oysa. Önce Ebrusan firmasının sahibi öldü. Sonra da vitrin ehlileşti!.. Dükkan hala yerinde duruyor, ama vitrin o vitrin değil, artık.

Nur KOÇAK